Canım Okurlarım,
Bazı insanların korkusu, düşük bilinci ve içindeki kötülüğün onları ele geçirmesi ile gerçekten hayatımızı karartmaya can ve baş ile çalışıyorlar.
Benim iyilik yaptığım, hiçbir karşılık beklemeden iyilik yapıp köşemde yazdığım paylaştığım bazı kişiler arkamdan hemen işler çevirip beni kötüleyen paylaşımlar yapmışlar. Bunun dışında farklı astrolog ve kişisel gelişimciler bazı şirket ve kuruluşlara ‘Can ile çalışırsanız sizinle çalışmam!’ diyormuş. İnsanlar da ‘Neden peki?’ dediği zaman: ‘Ben kendisinden hiç hoşlanmıyorum v.s.. ‘ diyormuş… Bunların hepsi tamamen yıllardır ritmik olarak defalarca sayısız olayı tarihi tarihine astrolojik olarak bilmem ve sosyal medyamın çok daha güçlenmesi ile arttı…
Tabii bu insanlara kızmıyorum. Özellikle bu dönem bütün gezegenlerin aynı anda ters dönmesi ve tutulmaların insanların tüm içlerindeki gerçekleri ortaya çıkartan yıldızlarda olması ile yaşadıkları süreçten kaynaklanıyor.
Bu dönemde aldatıldığını öğrenenler, hiç beklemediği insanlardan kötülükler görenler inanılmaz bir sayıda… Çok şükür her gün benim yaşantım daha iyiye gidiyor.
Çünkü ben herkesin iyiliğini istiyor ve iyilikten vazgeçmiyorum.
Özellikle bu dönem lütfen kimseye borç vermeyin, kefil olmayın ve imza atacağınız her şeye bütün bu yaz boyunca çok dikkat edin.
Bu dönem herkes bir ev alma telaşına düştü ama ben astrolojik olarak Eylül ayına kadar ev fiyatlarının dahada düşeceğini düşünüyorum.
2020 yılının 13 Eylül tarihi sonrası bütün yaşadığımız zorlu gergin süreç rahatlamaya başlayabilir. Lakin tabii o zaman da kasım ayının ortasına kadar dikkat etmek gerekli…
Ben yeni kitabımın ve ilk romanımın çıkışı için lansman tarihi olarak astrolojik olarak uğurlu bir tarih olan 18 Kasımda olmasını seçtim.
Sizlerin de özellikle 18 Kasım 2020 tarihinde saat: 09:00, 15:00 veya akşam 19:00 dakikalarında yeni başlangıçlar yapmanızı tavsiye ederim.
Karantina döneminin hayatımda birbirinden güzel ve kalbi sevgi ile dolu aydınlanmış insanlarla dolu olduğu için şükrediyorum.
Bazı insanların az sayıda dostu vardır ama benim çok şükür çok sayıda birbirinden güzel dostluklarım var.
Yaşamım birbirinden özel insanlar ile çevrili…
Yıllardır yeni tanıştığım ya da sevdiğim pek çok kişi ile sosyal medyamda fotoğraflar paylaşırken ‘Dünya birbirinden güzel ve özel insanlar ile çevrili…’ diye yazıp paylaştığım zaman çok sayıda insanın bana kızdığı bile oldu.
Sen de çok iyilik meleğisin!
Ne diye böyle şeyler yazıyorsun?
Aman sana kalsa herkes iyi… yalaka gibi duruyorsun…
Gibi…
Demediklerini bırakmadılar ama ben sevgiden, iyilikten, sevmek ve sevilmekten, insanların güzel yanlarına odaklanmaktan vazgeçmedim!
Onun üstüne kelimenin tam anlamı ile yaşamım birbirinden özel, nadir, kıymetli, içi dışı ayrı güzel, kalbi aşk dolu insanlar ile çevrili bir hale geldi…
Bunun için her gün şükrediyor ve şükretmeye devam ediyorum.
İşte yaşamımda olduğu için şükrettiğim insanlardan birtanesi ‘Kerim Güç’ ile sizi tanıştırmak istiyorum.
Nesillerdir ailesinden gelen aydınlanmış, modern, entellektüel tassavvuf bilinci ile güneş gibi göz kamaştırıyor…
Kerim Güç ile yaptığım bu röportaj ile sizi baş başa bırakır iken gelecekte onun adını çok daha fazla duyacağınızı aklınızda tutun…
Sevginin kaynağının gücü bizi hayallerimizin ötesinde iyi, farkındalığı yüksek, aydınlanmış, etik, erdemli ve bizim mutluluğumuza katkısı olacak insanlar ile dost yapsın…
Sizi seven bir Can…
-Seni ilk olarak Cemâlnur Sargut Hanım’ın oğlu olarak tanıdık. Tasavvufî gelenekten gelen bir aileden olmak hayat duruşunu nasıl etkiledi?
Ailem, Rifâî tasavvuf geleneğinden gelen ve 1950 yılında vefat eden büyük mutasavvıf Kenan Rifâî Büyükaksoy’un okulundan yetişmiş. Anneannem çok küçük yaşlarından beri Kenan Rifâî Büyükaksoy’un sohbet halkasında yer almış. Kendisinin vefatından sonra da bir tasavvuf ekolünde az rastlanan bir kadın lider olan mutasavvıf, yazar ve fikir insanı Sâmiha Ayverdi tarafından yetiştirilmiş. Anneannem Meşkûre Sargut da bu tasavvuf terbiyesiyle annemi yetiştirmiş oldu. Bu açıdan kendimi çok şanslı addediyorum çünkü böyle bir ailenin içerisinde doğdum. Ne annem ne anneannem özellikle bu yolda bulunmam için bir zorlama yapmadılar. Hatta ben uzun yıllar yurt dışında kalarak bu yoldan uzak kalmıştım. Ama hayat çok ironik, öyle ki hazineyi ne kadar başka yerlerde arasan da seni aslında hep üzerinde oturduğun köye geri getiriyor.
-Değişik bir eğitim geçmişin var. Elektronik Mühendisliği lisansının ardından yurtdışında Bilgisayar ve İşletme masterları yapmışsın. Sonra apayrı bir kulvara geçip Tasavvuf masteri yapmışsın. Şimdi de aynı alanda doktora yapıyorsun. Bu sana mutluluk yolunda ne kattı?
Küçük yaşlarımdan beri ilgim olan matematik beni eğitimim sırasında da hiç yalnız bırakmadı. Bir mühendis olarak hayata genelde matematiksel modellemeler üzerinden bakmayı âdet haline getirdim. 3G teorisi de aslında sosyal bir meseleye analitik bir çözüm getirme isteğimin sonucudur.
Mühendislerin ortak özelliği sebep-sonuç ilişkilerini çözmektir. Dolayısıyla eğer sebepler konusunda yeterli kontrole sahipsek sonuçları da kontrol edebileceğimize inanırız. Buna determinizm adı verilir. Gelgelelim sosyal meselelere bu formülleri uygulamak o kadar da basit değildir. Hepimizin zihnini en fazla kurcalayan sosyal mesele de aslında mutlu olabilmek. Bu açıdan ben, mutluluğu sağladığına inandığım parametreleri belirlemeye çalıştım. Ancak bu parametreler o kadar fazla ve göreceliydi ki, o yolla bir sonuca varamayacağımı fark ettim. O zaman da parametrelere konsantre olmak yerine karşılaştığımız ve bizi mutsuz eden olayları belli filtrelerle çözümlemeye gittim.
-3G Teorisi tam olarak ne demek, açılımı nedir?
3G aslında bir filtreleme sistemi ve temel olarak 3 tane G harfi ile başlayan faktörden ibaret:
- Görelilik
- Geçicilik
- Gizem
Teorik olarak baktığımızda hayat başımıza gelen ve bizi mutlu ya da mutsuz edecek olaylardan ibaret. Ancak aynı olay ile birden fazla kez karşılaştığımızda benzer şekilde mutlu olmuyoruz. Mesela sahip olmaya çalıştığımız herhangi bir meta sahip olunduktan sonra bekleyiş sürecindeki zevki vermemeye başlıyor. Hatta o şey belli bir süre sonra mutluluk listemizden çıkmış bile olabiliyor.
Bunu şu şekilde ifade edebiliriz: İki türlü hayal kırıklığı vardır. Birincisi ulaşılmak istenen bir hedef belirlemek fakat buna ulaşamamaktan doğan hayal kırıklığıdır. İkincisi ise belirlenen hedefe ulaştıktan sonra yaşanan hayal kırıklığı. İkincisi her zaman birincisinden daha büyük bir hayal kırıklığı haline gelmektedir. Buradan çıkardığımız sonuç, mutluluğumuzun sonuçta değil de daha çok süreçte saklı olduğunu kavrayabilmektedir. Bu durumda olayları değil, ama süreçlerin bizim üzerimizde yaratacakları tesirleri yukarıda belirttiğimiz üçlü filtreleme sistemiyle kontrol edebiliriz.
-Görelilik ile kastin tam olarak nedir? Hayatı görelilik üzerinden nasıl okuyorsun? Mutluluğu bulmada bunun ne faydası var?
Görmek iki temel aksiyondan oluşur; bakmak ve algılamak. Ancak baktığımız ile gördüğümüz arasında tecrübelerimizin, kültürümüzün ve özellikle de önyargılarımızın manipüle ettiği bir süreç vardır ki, iki kardeşin bile aynı yere bakıp farklı şeyler görmesi hiç de rastlamadığımız bir olay değildir. Ancak kişi dünyayı hep kendi gözlerinden gördüğünden dolayı, başka bir insanın bakış açısından bakamadığı surette o ilişki hangi boyutta olursa olsun sonuçta mutsuzluğa neden olacaktır. Mesela dilimize birçok rüzgâr tarifi gibi İtalyancadan geçmiş olan fırtına kelimesi, Latince kökenli olup “fortune” yani iyi tâlih veya şans anlamına gelir. Hepimizi adı geçtiği zaman bile korkutan bu kelime aslında İtalyan gemiciler için yol alabilme enerjisidir. Aynı şekilde tatlı tatlı eserken bize mutluluk veren meltem rüzgârı ise kökünü “maltempo” yani kötü hızı olan mânâsındaki kelimeden alır ki bir gemici için uğursuzluk sayılır.
Benzer örnekler hayatımızın her noktasında mutsuzluğa yol açabilecek bir habitat oluşturur. Ancak bizim dışımızda gelişen ve kontrol edemeyeceğimiz olaylara görelilik gözlüğü ile filtrelemek suretiyle bakabilmek, mutluluk kontrolünü aslında bize geri verebilir. Bir başka deyişle “Belki dünyayı değiştiremem ama dünyamı değiştirebilirim!” hâlidir bu.
-Geçiciliği ikinci filtren olarak kullanmışsın. Bana “Bu da geçer yâ Hû!” deyişini hatırlattı. Biraz açar mısın?
Bu parametre de hayatı algılama noktasında ihtiyaç duyduğumuz hem en yakın dostumuz hem de en acımasız düşmanımız olan zaman ile bağlantılıdır. Hayatımıza eşlik eden zamanı bir yoldaş olarak kabul edip etmemek geçicilik filtresini ne kadar başarılı kullanıp kullanmadığımıza bağlıdır. “Geçici olamayan tek şey geçiciliktir.” Dolayısıyla kontrolümüz dışında başımıza gelen olayların mutluluğumuza etki edip edememesi de her şeyin geçici olma bilinciyle olaya yaklaşabilme yetisiyle ilintilidir.
Kültürümüzün bir parçası olmuş olan “Bu da geçer yâ Hû!” sözünün hikâyesi dinler tarihinde Süleyman Peygamber’e kadar dayandırılır. Dünyanın en büyük hazine ve güçlerinin sahibi olan Süleyman Peygamber, kendi hayatında hem saltanatın hem de hüznün gelip geçici olduğunu her zaman kendisine hatırlatan bir yüzük ile dolaşırdı. İşte bu yüzük üzerinde yazan “gam zeh ya’avor” da bizim “bu da geçer”imizden başka bir şey değildi. Dünyanın gelmiş geçmiş en varlıklı sultanı bile mutluluğun varlık veya yokluk üzerine kurulamayacağını bize bir yüzük sembolü üzerinden anlatmıştı. Zira dönemlik varlıklar yokluğa, dönemlik yokluklar da varlığa dönüşebilir. Bu durumda bizler kendi mutluluğumuzu geçicilik filtresi üzerinden kalibre edebiliriz.
-Gizem kelimesi zaten kendi başına çok gizemli… Gizem ile mutluluğu nasıl bağlıyorsun birbirine?
Filtrelerimizin en mistiğini en sona sakladık. Görelilik ve geçicilik filtreleri ile yakalayamadığımız ve bizleri mutsuz etmeye devam eden olaylar, bu son ağa takılacaklardır. Gizemde ilk iki filtre için kullandığımız algı ve zaman faktörlerinin bir kombinasyonuna tanık oluyoruz. Bir başka deyişle, zamanında “keşke olsaymış” dediğimiz birçok olaya zaman içerisinde “iyi ki olmamış” dediğimiz sayısız örnek ile karşılaşıyoruz. Ya da hayatımız için çok zor görülen devrelerin kazançlarını bugün sermaye olarak kullanıyoruz. Sorun o zorluğun, o zaman periyodunda bizi mutluluktan alıkoyması.
İnsanoğlu kendini çok yüksek bir varlık olarak görüyor ve elindeki veriler ölçüsünde alınan kararlara güveniyor. Ancak olayların dış yüzleri büyük ölçüde iç yüzlerini örtmek suretiyle aslında bizleri kontrpiye de bırakabiliyor. Amerika’nın en önemli doğal parklarından biri olan Yellow Stine’daki kurtların yırtıcılıklarından dolayı insanlar tarafından öldürülmesi hikâyesi, her işin içinde farklı bir gizem olduğunu bize anlatan bir örnek, değil mi? Tabiatı korumak için yapılan bu hareket yıllar içinde bozulan ekolojik denge ile adeta parkın yok olmasına sebebiyet verirken, 1995’te 14 vahşi kurdun tekrar salınmasıyla park kurtulabilmiş. Anlıyoruz ki başımıza gelen ve kendi kontrolümüzde olmayan hadiseler, içlerinde çok farklı mânâlar taşıyabilirler. Gizem gözlüğü, olaylara elimizdeki veriler üzerinden hüküm vermememizi sağlar ve böylece mutsuz olmamızı engeller.
-Peki bu 3G hayatımızda nereye bağlanacak?
3G, prensip olarak, bir analitikçinin mutluluk kavramına yaklaşımından ibaret. Mutluluk olaylarda değil, olaylara bakış açımızda yatmakta. Biz böylece “3G gözlükleri” tasarlamış olduk ki, olaylara bakışımız değişsin… “Değişirse ne olacak peki?” derseniz; işte o zaman 4G olan gönül gözümüz açılacak ki artık 3G’den 4G’ye atlamış olacağız…
Bu röportaj için sana çok teşekkür ediyorum.
Seni seven bir Can… 🙂